22 Mart 2018 Perşembe

Abant Gezisi


Bu anlatacağım hikâye muhtemelen iştahınızı açacak, karnınızı acıktıracak. Şimdiden kusura bakmayın. Ama karnınızın acıkmasıyla kalmasın bence bu. Mutlaka karlı havada sucuk ekmeği bir deneyin. Planlarınızın arasında dursun derim; açık ve karlı bir hava, bol oksijen, spor, ardından sucuk ekmek ve dost sohbeti.

Kendisiyle İngiltere’de tanıştığım Prof. Dr. Oğuz Polat ile birlikte bir dönem çok gezdik. Benim 1 yıllığına eğitim için gittiğim Londra’ya Oğuz 3 aylığına “British Counsil” bursu ile gelmişti. İkimiz de yalnızdık, birlikte tüm İngiltere’yi dolaştık. Türkiye’ye döndüğümüzde de bu yakın arkadaşlığımız devam etti, ailecek programlar yapardık. O zamanlar ikimizin de bütçesi kısıtlı olduğu için durumumuza uygun şeyler arardık. Bu yüzden indirimlerden yararlanmak için tatillerimizi aynı tarihlere denk getirip aynı yerlere giderdik.

Mesela Abant’a gideceğimizde Bolu’da “Öğretmen Evi”nde kalırdık.  İkimize de öğretim üyesi olduğumuz için indirim yapılırdı. Böylece ekonomik açıdan idare ederdik. Kayak yapmayı bana ilk defa Oğuz öğretmiştir. İlk kayma denemelerimi 37 yaşımda Uludağ’da yapmış, ilk gün kaymayı becermiştim.

Eskiden imkân buldukça kayak yapmaya giderdik. Artık gidemiyorum. Çünkü o kadar da güvenli bir spor gibi gelmiyor bana. Sonuçta her an bir yerinizi sakatlayabilirsiniz. Bir doktorun sakatlanması da günlerce ameliyatlarda işlevsiz hale gelmesi demektir. Hele her ay yurtdışında bir yerlere konferansa veya ameliyata giden benim gibi birisi için bu riske girmeye değmez diye düşündüğüm için artık kayağa gitmiyorum. Daha tehlikesiz tatiller tercihim.

Yine bir gün Oğuz ile Bolu’da Öğretmen Evi’nde kalıyoruz. Oradan Abant’a gitmeye karar verdik. İyi bir yürüyüş yapalım dedik. Tempolu yürüyüşte insanın ciğerleri açılıyor. Bir de bunu karlı havada yaptığınız zaman bol oksijen ile adeta diriliyorsunuz. Enerji doluyorsunuz; bembeyaz ağaçların arasında yürümek çok keyifli. Hele o karlı ormandaki sessizlik, sadece hafif bir flüt sesi gibi rüzgâr ve tabii ayağınızın altından gelen katır kutur dinlendirici ve kulağınızı doyurucu, bastığınız karın sesi.

Her şey bu şekilde güzel giderken içerden bir ses gelmeye başladı, bir sorun çıktı. E zaman geçiyor haliyle. Karnımız acıktı. Hem de baya baya acıktık. Bol oksijen soluyarak yürüyüş yapınca açlık bir anda vuruyor. “Ya şimdi ne olacak bizim halimiz” durumuna düştük resmen. İşte bu halde Abant’ta gölün etrafında yürümeye devam ediyoruz.
Derken etraftan kokular gelmeye başladı. Sucuk kokusuydu bu. Kokuyu takip etmeye başladık sanki. Gerçi koku her yerden bizi öyle bir sardı ki nereden geldiği de belli değildi. Yolu takip etmeye devam ediyoruz sabırla. Yani etrafa da bakıyoruz yemek yiyebileceğimiz hiçbir yer yok. Bir yürüyüş keyfi yapalım dedik açlıktan ne olduğumuzu şaşırdık.
Yürürken biraz ileride bir de ne görelim. Bizim pediyatri Anabilim Dalı başkanı rahmetli Prof. Dr. Müjdat Başaran yol kenarına mangalı kurmuş millete sucuk ekmek yapıyor. Biz de gittikçe oraya doğru yaklaşıyoruz. Şimdi yanlarına gidip merhaba biz geldik demek olmaz. Ayıp olur. Sucuğu gördüler, geldiler derler. Böyle desinler istemiyoruz. Gerçi niyetimiz o ama. Olsun. Onlar davet ederlerse, şahane tabii. O zaman sucuklar garanti olacak. O zaman tek çare bizi görmeleri. Çünkü başka yerde yemek yeme şansımız yok.
Biz şimdi yavaş yürüyüşe geçtik Oğuz ile. Onları rahatsız etmeyelim diye görmemiş gibi yapıp yürüyüşe devam ettik. Yanlarına yaklaştık. Sözde yine görmüyoruz. Bu sefer işaret Müjdat’tan geldi, “Vay Mustafa, Oğuz, merhaba, nasılsınız?” dedi. Biz de onları yeni fark etmiş gibi, “Aa siz burada mıydınız? Merhabalar” havasına bürünerek yanlarına gittik; tabii sonrası malum. Sucuk ekmek şölenine biz de dahil olduk.
Akşam olunca Bolu Öğretmen Evi'nde akşam yemeğine geçtik. Burada bir öğretmenin oğluyla bize org ile verdiği muhteşem konser bu güzel gezimizin finali oldu.
Prof. Dr. Mustafa Yüksel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder