30 Mart 2018 Cuma

Yüzleşme

Ankara Atatürk Sanatoryumundaki eğitimim sırasında, 1983 yılında çıkan mecburi hizmet yasası nedeniyle, tüm Türkiye’den 16 adet değişik merkezlerden yetişmiş uzmanın, benim de eş durumu nedeniyle atandığım bu merkeze gelmesi benim için büyük bir farkındalık deneyimidir.
Bu merkezde çalışırken ilk defa yurtiçinde yapılan kongreye gittim ve ilk defa sunum nedir, nasıl yapılır orada gördüm. İlk yüzleşmem Hacettepe grubuyla karşılaşmamda oldu. İnsan sadece kendini eğitim aldığı yerle kısıtladığında yüzleşmeleri daha bir sarsıntılı oluyor.
Biz de en iyi eğitim kendimizde sanıyorduk. Ama burada yeni bir dünya ile karşılaştık. Sonra ya bir dakika dedik, daha yeni başlıyoruz. Değişik merkezlerden gelen uzmanlarla çalışmaya başlamam bende bu kişilerin yetiştiği merkezleri tanıma merakı uyandırdı.
İlk fırsatta Hocam Op.Dr.Güven Çetin’in desteğiyle Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniğine gidip Prof. Dr. Şinasi Yavuzer ve Prof. Dr. Erdoğan Yalav hocamla 3 ay onların başasistanı olarak çalıştım. Bu çalışmaları daha sonra yurtdışı deneyimleri takip etti.


Marmara Üniversite Hastanesinde çalıştığım günlerden bir gün Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi öğretim üyelerinden  Dr. Ömer Soysal bir yıldır eğitim için kaldığı ABD’den dönerken  Marmara’ya uğradı. Ben, onun geldiği sırada hastanın yanında kendi kendime meşguliyet halindeyim. Ameliyatını yaptığım hastalardan birinin diren şişesini ters çevirerek boşaltıp (şişe kapalı bir fanus gibi olduğu için su doldurma yerleri şişenin tepesinde) temiz serum fizyolojikle dolduruyordum. Ömer Soysal bana baktı baktı, sonra yaklaşıp, “Ya abi, buna aspiratörle boşaltalım, daha iyi olmaz mı?” dedi. Ben elimde kovalarla Soysal’a bakıyordum. “Niye bu daha önce benim aklıma gelmedi” diye hayıflandım.


Görmeden, izlemeden olmaz. Havadan konuşarak bu işler olmuyor. Biraz ayağa kalkıp hareket etmek, zahmete girmek, etkileşime girmek gerekiyor. Düşünmek elbette olmazsa olmaz ama tek başına yeterli değil. Kişi sadece düşünerek yol alamaz. Böyle özgüven geliştiremez. Kısaca öğrenemez. Ama insan gidip gördüğünde, bilenlere kulak verdiğinde, öğrendiğinde o zaman tamam diyorsun, bunu benim bulunduğum yerde kimse bilmeyip uygulamasa da ben bu işi öğrendim, yapacağım diyebiliyorsun. Böylece yeniliklerde de ön ayak oluyorsun.


Benim Pektus ile ilgili görmediğim yer kalmadı şu Dünya’da. Dünya’nın dört bir yanına gittim. Her yerden bir şeyler kaptım. Bir hesap yaptım 3 yıl içinde uçakla 100.000 km yol kat etmişim. Sonra her yere bir şeyler vermeye başladım. Çünkü bir saatten sonra her yerden bilgi toplayınca uğradığınız yerlerden daha dolu oluyorsunuz çünkü her bir yer olaya bir noktadan bakıyor. Ama siz her noktaya uğradığınız için işin farklı yönlerini de bilmiş oluyorsunuz. Tabii bir de açık olmak gerekiyor. Gelişime, eğitime, yeniliğe açık olmadan harmanlama da olmuyor.


Fazla yer görmenin bir diğer enteresan yanı da uzaktan bilgi sahibi olmanın pek doğru olmadığını görüyorsunuz. Mesela çok yüceltilen yerlere gidince oranın ne olduğunu yerinde görmüş oluyorsunuz. Ya gerçekten yüceltildiği kadar kaliteli oluyor ya da tam tersi hiç de öyle olmuyor, oldukça basit oluyor. Bu da ayrı bir yüzleşme konusu.



Yenilik denilen şey iyi giden ameliyatları hep aynı yürütmek değildir. Hep geliştirmeye çalışmaktır. Hizmet güzel ama bir de bu hizmetin ortaya çıkış potansiyeli var. Bunu kullanmalıyız. O da keşfetme arzusu ve araştırmacılık. Hizmet veren hastanelerle üniversitelere bağlı olan hastaneler arasındaki fark da budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder