Ankara
Atatürk Sanatoryumundaki eğitimim sırasında, 1983 yılında çıkan mecburi hizmet
yasası nedeniyle, tüm Türkiye’den 16 adet değişik merkezlerden yetişmiş uzmanın,
benim de eş durumu nedeniyle atandığım bu merkeze gelmesi benim için büyük bir
farkındalık deneyimidir.
Bu
merkezde çalışırken ilk defa yurtiçinde yapılan kongreye gittim ve ilk defa
sunum nedir, nasıl yapılır orada gördüm. İlk yüzleşmem Hacettepe grubuyla
karşılaşmamda oldu. İnsan sadece kendini eğitim aldığı yerle kısıtladığında
yüzleşmeleri daha bir sarsıntılı oluyor.
Biz de
en iyi eğitim kendimizde sanıyorduk. Ama burada yeni bir dünya ile karşılaştık.
Sonra ya bir dakika dedik, daha yeni başlıyoruz. Değişik merkezlerden gelen
uzmanlarla çalışmaya başlamam bende bu kişilerin yetiştiği merkezleri tanıma
merakı uyandırdı.
İlk
fırsatta Hocam Op.Dr.Güven Çetin’in desteğiyle Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniğine gidip Prof. Dr. Şinasi Yavuzer ve Prof. Dr.
Erdoğan Yalav hocamla 3 ay onların başasistanı olarak çalıştım. Bu çalışmaları
daha sonra yurtdışı deneyimleri takip etti.
Marmara
Üniversite Hastanesinde çalıştığım günlerden bir gün Turgut Özal Üniversitesi
Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi öğretim üyelerinden Dr. Ömer Soysal bir
yıldır eğitim için kaldığı ABD’den dönerken Marmara’ya uğradı. Ben, onun
geldiği sırada hastanın yanında kendi kendime meşguliyet halindeyim.
Ameliyatını yaptığım hastalardan birinin diren şişesini ters çevirerek boşaltıp
(şişe kapalı bir fanus gibi olduğu için su doldurma yerleri şişenin tepesinde)
temiz serum fizyolojikle dolduruyordum. Ömer Soysal bana baktı baktı, sonra
yaklaşıp, “Ya abi, buna aspiratörle boşaltalım, daha iyi olmaz mı?” dedi. Ben
elimde kovalarla Soysal’a bakıyordum. “Niye bu daha önce benim aklıma gelmedi”
diye hayıflandım.
Görmeden, izlemeden olmaz. Havadan konuşarak bu işler
olmuyor. Biraz ayağa kalkıp hareket etmek, zahmete girmek, etkileşime girmek
gerekiyor. Düşünmek elbette olmazsa olmaz ama tek başına yeterli değil. Kişi
sadece düşünerek yol alamaz. Böyle özgüven geliştiremez. Kısaca öğrenemez. Ama
insan gidip gördüğünde, bilenlere kulak verdiğinde, öğrendiğinde o zaman tamam
diyorsun, bunu benim bulunduğum yerde kimse bilmeyip uygulamasa da ben bu işi
öğrendim, yapacağım diyebiliyorsun. Böylece yeniliklerde de ön ayak oluyorsun.
Benim
Pektus ile ilgili görmediğim yer kalmadı şu Dünya’da. Dünya’nın dört bir yanına
gittim. Her yerden bir şeyler kaptım. Bir hesap yaptım 3 yıl içinde uçakla
100.000 km yol kat etmişim. Sonra her yere bir şeyler vermeye başladım. Çünkü
bir saatten sonra her yerden bilgi toplayınca uğradığınız yerlerden daha dolu
oluyorsunuz çünkü her bir yer olaya bir noktadan bakıyor. Ama siz her noktaya uğradığınız
için işin farklı yönlerini de bilmiş oluyorsunuz. Tabii bir de açık olmak
gerekiyor. Gelişime, eğitime, yeniliğe açık olmadan harmanlama da olmuyor.
Fazla
yer görmenin bir diğer enteresan yanı da uzaktan bilgi sahibi olmanın pek doğru
olmadığını görüyorsunuz. Mesela çok yüceltilen yerlere gidince oranın ne
olduğunu yerinde görmüş oluyorsunuz. Ya gerçekten yüceltildiği kadar kaliteli
oluyor ya da tam tersi hiç de öyle olmuyor, oldukça basit oluyor. Bu da ayrı
bir yüzleşme konusu.
Yenilik
denilen şey iyi giden ameliyatları hep aynı yürütmek değildir. Hep geliştirmeye
çalışmaktır. Hizmet güzel ama bir de bu hizmetin ortaya çıkış potansiyeli var.
Bunu kullanmalıyız. O da keşfetme arzusu ve araştırmacılık. Hizmet veren
hastanelerle üniversitelere bağlı olan hastaneler arasındaki fark da budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder