Bu anlatacağım hikâye muhtemelen iştahınızı açacak, karnınızı
acıktıracak. Şimdiden kusura bakmayın. Ama karnınızın acıkmasıyla kalmasın
bence bu. Mutlaka karlı havada sucuk ekmeği bir deneyin. Planlarınızın arasında
dursun derim; açık ve karlı bir hava, bol oksijen, spor, ardından sucuk ekmek
ve dost sohbeti.
Kendisiyle İngiltere’de tanıştığım Prof. Dr. Oğuz Polat
ile birlikte bir dönem çok gezdik. Benim 1 yıllığına eğitim için gittiğim
Londra’ya Oğuz 3 aylığına “British Counsil” bursu ile gelmişti. İkimiz de
yalnızdık, birlikte tüm İngiltere’yi dolaştık. Türkiye’ye döndüğümüzde de bu
yakın arkadaşlığımız devam etti, ailecek programlar yapardık. O zamanlar
ikimizin de bütçesi kısıtlı olduğu için durumumuza uygun şeyler arardık. Bu
yüzden indirimlerden yararlanmak için tatillerimizi aynı tarihlere denk getirip
aynı yerlere giderdik.
Mesela Abant’a gideceğimizde Bolu’da “Öğretmen
Evi”nde kalırdık. İkimize de öğretim
üyesi olduğumuz için indirim yapılırdı. Böylece ekonomik açıdan idare ederdik.
Kayak yapmayı bana ilk defa Oğuz öğretmiştir. İlk kayma denemelerimi 37 yaşımda
Uludağ’da yapmış, ilk gün kaymayı becermiştim.
Eskiden imkân buldukça kayak yapmaya giderdik. Artık
gidemiyorum. Çünkü o kadar da güvenli bir spor gibi gelmiyor bana. Sonuçta her
an bir yerinizi sakatlayabilirsiniz. Bir doktorun sakatlanması da günlerce
ameliyatlarda işlevsiz hale gelmesi demektir. Hele her ay yurtdışında bir yerlere konferansa veya
ameliyata giden benim gibi birisi için bu riske girmeye değmez diye düşündüğüm
için artık kayağa gitmiyorum. Daha tehlikesiz tatiller tercihim.
Yine bir gün Oğuz ile Bolu’da Öğretmen Evi’nde
kalıyoruz. Oradan Abant’a gitmeye karar verdik. İyi bir yürüyüş yapalım dedik.
Tempolu yürüyüşte insanın ciğerleri açılıyor. Bir de bunu karlı havada
yaptığınız zaman bol oksijen ile adeta diriliyorsunuz. Enerji doluyorsunuz;
bembeyaz ağaçların arasında yürümek çok keyifli. Hele o karlı ormandaki
sessizlik, sadece hafif bir flüt sesi gibi rüzgâr ve tabii ayağınızın
altından gelen katır kutur dinlendirici ve kulağınızı doyurucu, bastığınız
karın sesi.
Her şey bu şekilde güzel giderken içerden bir ses
gelmeye başladı, bir sorun çıktı. E zaman geçiyor haliyle. Karnımız acıktı. Hem
de baya baya acıktık. Bol oksijen soluyarak yürüyüş yapınca açlık bir anda
vuruyor. “Ya şimdi ne olacak bizim halimiz” durumuna düştük resmen. İşte bu
halde Abant’ta gölün etrafında yürümeye devam ediyoruz.
Derken etraftan kokular
gelmeye başladı. Sucuk kokusuydu bu. Kokuyu takip etmeye başladık sanki. Gerçi
koku her yerden bizi öyle bir sardı ki nereden geldiği de belli değildi. Yolu
takip etmeye devam ediyoruz sabırla. Yani etrafa da bakıyoruz yemek
yiyebileceğimiz hiçbir yer yok. Bir yürüyüş keyfi yapalım dedik açlıktan ne
olduğumuzu şaşırdık.
Yürürken biraz ileride bir de ne görelim. Bizim pediyatri
Anabilim Dalı başkanı rahmetli Prof. Dr. Müjdat Başaran yol kenarına mangalı
kurmuş millete sucuk ekmek yapıyor. Biz de gittikçe oraya doğru yaklaşıyoruz.
Şimdi yanlarına gidip merhaba biz geldik demek olmaz. Ayıp olur. Sucuğu
gördüler, geldiler derler. Böyle desinler istemiyoruz. Gerçi niyetimiz o ama.
Olsun. Onlar davet ederlerse, şahane tabii. O zaman sucuklar garanti olacak. O
zaman tek çare bizi görmeleri. Çünkü başka yerde yemek yeme şansımız yok.
Biz
şimdi yavaş yürüyüşe geçtik Oğuz ile. Onları rahatsız etmeyelim diye görmemiş
gibi yapıp yürüyüşe devam ettik. Yanlarına yaklaştık. Sözde yine görmüyoruz. Bu
sefer işaret Müjdat’tan geldi, “Vay Mustafa, Oğuz, merhaba, nasılsınız?” dedi.
Biz de onları yeni fark etmiş gibi, “Aa siz burada mıydınız? Merhabalar”
havasına bürünerek yanlarına gittik; tabii sonrası malum. Sucuk ekmek şölenine
biz de dahil olduk.
Akşam olunca Bolu Öğretmen Evi'nde akşam yemeğine geçtik. Burada bir öğretmenin oğluyla bize org ile verdiği muhteşem konser bu güzel gezimizin finali oldu.
Prof. Dr. Mustafa Yüksel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder