1977 yılının 17 Aralık günü, Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı olmak üzere asistanlığa başladım. İlk memuriyet görevimde, Sağlık Bakanlığı’nca, Atatürk Sanatoryumu Göğüs Cerrahisi Kliniği’ne tayin edilmiştim. Bu çok büyük merkezde, nasıl “göğüs-kalp ve damar cerrahı” olacağımı ilk yıllarda fazla sorgulamadım.
Halen Ordu Devlet Hastanesi’nde çalışan Dr. Mehmet Deniz’le birlikte toplam iki asistandık. İhtisasım, hocalarımın aşırı hoşgörüsü ve iyi niyetiyle çok güzel ilerliyordu. Ancak, beş yıl olan ihtisasımızın üçüncü yılına geldiğimizde kalp damar cerrahisi deneyimi için ne yapacaktık? Büyüklerimiz bizim için bir şeyler düşünmüş müydü? Bir göğüs cerrahisi kliniğinde, nasıl olacaktı da kalp damar cerrahisi ihtisasının gereklerini yerine getirecektik? Kalbi yaralanmış, damarı yırtılmış bir hasta ile karşılaştığımızda ne yapacaktık?
Bir koca yıl daha bu şaşkınlık, belirsizlik ve çözüm yolu arayışıyla geçti. Hastane idaresinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Hocalarımız bizim için en iyisini yapmaya hazırdılar ancak, kağıt üzerinde yetkisizdiler. Yine kağıt üzerinde kalacak olan göğüs kalp ve damar cerrahisi ihtisasımız için, eğer yapabilirsek, kişisel girişimlerimizle bir şeyler yapabilecektik. O zamanlar haklarımızı savunacak ne Göğüs Cerrahisi Derneği ne de Uzmanlık Derneği mevcuttu.
Dördüncü yılımızda bir anda sisler dağılıverdi. Büyük bir şans eseri (!) o yıl Sağlık Bakanlığı Müsteşarı’nın annesi akciğer rahatsızlığı ile Atatürk Sanatoryumu’na yatırıldı. Biz de hocamız ve başhekimimiz kanalıyla derdimizi Müsteşara ilettik. Müsteşar derhal kişisel yetkisini kullanarak bizi, tüzükte olmayan altı aylık kalp damar cerrahisi rotasyonu için Yüksek İhtisas Hastanesi’ne gönderdi. Rotasyon süresini biz belirlemiştik, kalan zamanımızı da hesaba katarak bu sürenin hem ihtisasımızı uzatmayacağını hem de kalp-damar cerrahisi için yeterli olacağını düşünmüştük. Bu sayede asistanlığımızı tam eğitimli "Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı" olarak bitirdik.
Uzmanlığımı aldığım gün kendi kendime bir söz verdim, “Eğer birgün bir kliniğe yönetici olursam, yaşadığım sıkıntıları asistanlarıma yaşatmamak için elimden geldiğince, uzmanlıklarında bilmeleri gereken herşeyi öğrenmelerinin bütün yollarını açık tutacağım”.
O zamandan bu yana bütün asistan arkadaşlarıma bu yolu açık tutmaya çalışıyorum.
Geçmişle karşılaştırdığımda bugün neler değişti, neler yapıldı?
Büyük bir genel uzmanlık derneği, bütün branşlarda ihtisas süresi ve rotasyonları için Bakanlık ile haklarımız adına dişe-diş mücadele ediyor. Ayrıca kendi derneğimiz bizi sonuna kadar savunuyor.
Yeterli mi? Daha fazla ne yapılabilir?
Bizlerden gelecek talepler bu konuda onların yaptığı mücadeleyi daha anlamlı kılacaktır. Ancak, bir başka gerçek; asistan eğitiminde bizler kendi üzerimize düşen ödevlerimizi yeterince yapıyor muyuz? Asistanları, eğitime ihtiyaçları olan uzmanlık öğrencisi gibi mi görüyoruz? Yoksa, onları kliniğin rutin işlerini yapmak zorunda olan teknisyenler olarak mı kullanıyoruz? Bu konuda ne yapılabilir? Neler yapmalıyız? Dernekten ne talep etmeliyiz? Dernek bizim için ne yapabilir? Bir asistan komisyonu kurmak çözüm olabilir mi? Asistanların fikri ne biliyor muyuz?!
Şu bir gerçek ki her kliniğin güçlü ve zayıf yanları mevcut. Bazı kliniklerde 1-2 hoca mevcutken, tecrübeleri fazla kurumsallaşmış merkezlerde 5-6 deneyimli hoca mevcut. Türkiye’de olduğu gibi Dünya’da da bu böyle.
Dışarıya baktığımızda bu sorun kliniklerarası rotasyonlarla çözülmüş görülüyor.
Gerçekten, klinikler arası centilmenlik antlaşmaları, yasaya ihtiyaç kalmadan bu sorunu çözer. Yeterki bizler isteyelim. İlgili kurumlar yardıma hazır.
Aradan geçen otuzdört yıl sonra bugün hala, göğüs cerrahisi ihtisasına başlayan bir uzmanlık öğrencisi yine aynı yerde ihtisasını bitirmek zorunda. Kliniğinde ne yapılıyor ise onunla yetiniyor, ne bir eksik ne bir fazla.
Hepimize, hepinize kolay gelsin.
Saygılarımla,
Dr. Mustafa Yüksel
www.akciger.org
www.pektus.com
drmustafayuksel@gmail.com
www.akciger.org
www.pektus.com
drmustafayuksel@gmail.com